Ernst Hirsch'in Hayatı ve Türk Hukukuna Katkıları
20 Ocak 1902 tarihinde Hessen eyaletinin Friedberg şehrinde dünyaya gelen ünlü Alman hukukçu Ernst Hirsch, yaşamının ilk 18 yılını bu şehirde geçirmiştir. Hayatının tümünü etkileyen iki büyük dünya savaşından ilkinin çıktığı sırada Friedberg’de lise öğrenimi gören Hirsch, savaş için gönüllü yardım örgütü oluşturan öğrenciler arasında aktif olarak yer almıştır. Lise eğitiminin ardından tıp okumak istemiş, ancak bu isteğinden kısa süre sonra vazgeçip ekonomi alanında çalışmaya yönelmiştir. Bu yönde ilk olarak, 1920’nin Nisan ayında bir bankada staja başlamış ve aynı zamanda Frankfurt Üniversitesi’nin Ekonomi ve Sosyal Bilimler Akademisi’ne iktisat eğitimi almak üzere kabul edilmiştir. Bankada çalıştığı bir buçuk yıldan sonra üniversite öğrencisi olması nedeniyle bu görevini resmen bırakmak zorunda kalmış, ancak burs alma koşuluyla bankada muhtelif zamanlarda çalışmaya devam etmiştir. Frankfurt Üniversitesi’ndeki iktisat eğitimini Münih’te hukuk okuyarak devam ettiren Hirsch, burada, hukuk öğretiminde köklü değişiklikler yapan Rudolf von Jhering’in öğrencisi olan Zitelmann’la tanışmış ve gelecekte üniversite hocası olma fikrini bu dönemde edinmiştir. Hukuk eğitimini 1924 yılında Giessen Üniverstesi’nde doktora tezini başarıyla sunarak bitiren Hirsch, bir süre özel bir bankanın hukuk danışmanlığını yapmıştır. 1926 yılında Offenbach Sulh Mahkemesi’nde stajyer hukukçu olarak çalışmaya başlamış ve 1930 yılının başlarında hakim yardımcısı olmaya hak kazanmasının yanı sıra Frankfurt Üniversitesi’ne doçentlik tezini de vererek bu üniversitede hocalık yapmaya başlamıştır. Hakimlik görevine fiili olarak 1931 yılında başlayan Hirsch, bu göreviyle birlikte üniversitede verdiği derslere de devam etmiştir. 1933 yılında Weimar Cumhuriyeti’nin sonunu ilan eden Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’nin iktidara gelmesinin ardından çıkarılan “Memuriyetin Yeniden Düzenlenmesi Kanunu” ile mesleğini ve üniversitedeki görevini terk etmek zorunda bırakılmıştır. O güne kadar aktif olarak politikaya hiçbir surette katılmadığı gibi siyasi nitelikte hiçbir tarafı da tutmamış olan Hirsch, kişisel özgürlüğü ve sağlığı konusunda herhangi bir tehdit ve baskı altında bırakılmamasına rağmen aynı yıl içerisinde ülkesinden gönüllü olarak ayrılmıştır. Hollanda’ya geçerek Amsterdam Üniversitesi’nde ders vermek için hazırlık yaptığı sıralarda, İstanbul Üniversitesi’nin Ticaret Hukuku kürsüsünde ders vermek üzere Türkiye’den teklif almış ve bu teklifi 4 Ekim 1933 tarihinde İsviçre‘deki Türk Büyükelçisi ile imzalayarak kabul etmiştir. Türkiye’deki yükseköğretim kurumlarını Batı’daki örnekleri düzeyine çıkarma gayesiyle 1933 yılında başlatılan Üniversite Reformu kapsamında eğitim vermek üzere ülkemize gelen Hirsch, Türk hükümeti ile imzaladığı sözleşme koşullarına uygun olarak 3 yıl içerisinde dersleri Türkçe verebilecek düzeye erişmiştir. İstanbul Üniversitesi’ndeki Ticaret Hukuku kürsüsündeki hizmetini 1943 yılına kadar sürdüren Hirsch, çalışmalarına Ankara Üniversitesi’nde devam etmiş, aynı yılın Eylül ayında da Türk vatandaşlığına kabul edilmiştir. Burada Hukuk Felsefesi, Hukuk Sosyolojisi ve Hukukta Metod derslerinin hocalığını yapan Hirsch, aynı zamanda Türk hükümetine danışmanlık yapmış ve pek çok önemli kanun tasarısının hazırlanma görevini üstlenmiştir. 1952 yılının sonuna kadar Ankara Üniversitesi’ndeki hizmetine devam eden Hirsch, II. Dünya Savaşı’nın ardından kendisine yeniden Alman vatandaşlığı verilmesi üzerine 1952 yılında Almanya’ya dönmüş ve 1953 yılından itibaren Özgür Berlin Üniversitesi’nde çalışmaya başlamıştır. 1953-1955 yılları arasında aynı üniversitede rektörlük de yapmış olan Hirsch, 1967 yılına kadar sürdürdüğü hocalık görevinden ise kendi isteğiyle ayrılmıştır. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi tarafından fahri doktora ünvanına layık görülen Hirsch, 1985 yılında Almanya’da vefat etmiştir. Ernst Hirsch, Cumhuriyetin yeni kurulmuş olduğu yılların Türkiyesi’ndeki hukuk bilimi ve hukuk pratiği anlayışına yaptığı önemli katkıların yanı sıra, ülkemizdeki bilimsel düşünce kültüründe bıraktığı derin izle de bugün hala adını anıyor olmamıza vesile olmaktadır. Olağanüstü çalışma temposuyla çalışmayı bir vazife olarak değil adeta hayatın kendisi olarak gören Hirsch, tüm akademik hayatı boyunca displinin, özgür düşüncenin, mesleki dostluğun ve işbirliğinin önemine vurgu yapmış, öğrencilerini de bu prensipler çerçevesinde yetiştirmiştir. II. Dünya Savaşı öncesi Yahudi asıllı olduğu gerekçesiyle doğduğu topraklarda özgürce yaşama fırsatı verilmediği için ülkesinden ayrılmış, Türkiye’nin Üniversite Reformu kapsamındaki davetini kabul ederek İstanbul’a gelmiştir. Yükseköğretimin eğitim anlayışını ve teşkilat yapısını kapsamlı ve radikal bir şekilde revize eden bu reform kapsamında, kısa bir süre içinde Türkçe öğrenmeleri ve derslerini Türkçe anlatacak düzeye gelmeleri şartıyla Türkiye’ye davet edilen 60’a yakın yabancı bilim adamının arasında dilimizi en erken öğrenen kişi Ernst Hirsch olmuştur. Ülkemizdeki hizmetlerine öncelikle üniversite eğitimine yakışır düzeyde bir kütüphane kurulması gerektiği anlayışıyla başlayan Hirsch, dönemin Türk kanunlarına emsal teşkil etmiş Avrupa ülkelerinin mevzuatlarını ve akademik yayınlarını Türkiye’ye getirtmiştir. Gelen eserleri, adeta bir kütüphane memuru gibi asistanlarıyla birlikte tasnif etmesi, Hirsch’in bilimsel titizlik ve disiplin anlayışının takdirle karşılanması gereken bir görünümüdür. Nitekim bu konuda kendisinin ifade ettiği “Kitaplığı olmayan bir üniversite, cephaneliği olmayan bir kışlaya benzer” sözleri de kütüphanenin önemi konusundaki görüşlerinin güzel ve anlamlı bir özetidir. Hirsch’in Türkiye’ye geldiği ilk yıllarda kütüphanecilik kadar önem verdiği bir diğer konu da Türkiye’de 1934-1935 yılları arasında yayımlanmış hukuk eserlerinin bibliyografyasını çıkarmaktır. Bu çalışması büyük takdirle karşılanan Hirsch, aldığı olumlu tepki ile bibliyografyasını 1940 yılına kadar olan hukuk eserlerini katarak genişletmiş ve bu yöndeki müstakbel çalışmaların da öncüsü olmuştur. Türkiye’ye ve Türk diline olan hızlı uyumunu profesyonel akademik çalışmalarıyla birleştirme becerisini kısa zamanda kanıtlayan Hirsch, Türkçeyi öğrenmesinden sonraki birkaç yıl içerisinde kanun tasarıları hazırlama ve bu tasarıları parlamentoda savunma görevlerine layık bulunmuştur. Nitekim 1937 yılında Yargıtay Genel Kurulu’nun Ticaret Hukukuna ilişkin 2 kararını “devletçilik” ilkesinin uygulanması bağlamında eleştirmesi ve bu eleştirinin aynı yıl içerisinde Anayasaya eklenen 6 temel ilkenin düzenlenmesi sonucunu doğurması da, Hirsch’in hukukçu kimliğinin gücü konusunda yeterli bir veridir. Dönemin mevcut Türk mevzuatındaki çelişkileri ve mantık hatalarını ortaya çıkarma çabaları, Hirsch’in önemli hizmetleri arasındadır. Özellikle iktibas suretiyle kabul edilen 1926 tarihli Ticaret Kanunu’ndaki ağır çeviri yanlışlarını tespit etmesi, ibretlik olduğu kadar dikkat çekicidir de. Babasından örnek alarak geliştirmiş olduğu “yüksek görev bilinci ve ahlakı”, Hirsch’in akademik yaşamında da gözlemlenmiştir. Nitekim Türk İktisat Dergisi’nde yayınlattığı makalelerinden ötürü kendisine ne kadar para istediği sorulduğunda verdiği yanıt da bu doğrultudadır: “Bir Türk profesörü olarak maaş alıyorum ve bu maaşım Ticaret Hukuku alanında yayınlanacak her şeyi içermektedir” Öğrencilerinin kanunları ezberlemelerinden çok, bu kanunları güncel olaylara uygulayabilme becerilerini geliştirici bir eğitim tekniğini benimseyen Hirsch, daha önce ülkemizde böyle bir sistem uygulanmadığı için ilk zamanlar yadırganmış olsa da, tekniğinin verimliliği ve öğrencilere yaptığı müthiş katkı nedeniyle kısa sürede benimsenen tarzını Türk akademik hayatına kazandırmıştır. Teori ve pratik arasındaki ayrılığı büyük bir ustalıkla ve sosyal hayatın gerçekleriyle birleştiren Hirsch, hukukun soyut yanını öğrenciler için anlaşılır kılmış, bunu yaparken de öğrenci-hoca arasındaki geleneksel ve soğuk nitelikteki hiyerarşik yapıyı kıran bir üslup geliştirmiştir. Hirsch, İstanbul ve Ankara Üniversitelerinde vermiş olduğu Hukuk Felsefesi, Hukuk Sosyolojisi, Hukukta Metod, Kara ve Deniz Ticareti Hukuku, Fikri ve Sınai Haklar derslerinin yanı sıra birkaç farklı alana ilişkin hazırladığı kanun tasarılarıyla önemli hizmetlerde bulunmuştur. Bu yönde hazırlık çalışmalarında önemli rol oynadığı 1946 tarihli Üniversiteler Kanunu, taslaklarını hazırladığı 1951 tarihli Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ile 1951 tarihli Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun ve Almanya’ya dönüşünden sonra kanunlaşan 1956 tarihli Ticaret Kanunu, Ernst Hirsch’in söz konusu hizmetlerinin somut görünümleri niteliğindedir. Cumhuriyetin ilk yıllarında bir üniversite fakültesinden ziyade meslek yüksekokulu anlayışı ile yönetilen ve eğitim verilen fakültelerin, “üniversite” ve “”fakülte” kavramlarının içeriğine yakışan düzeye gelmesi için yoğun çabalar sarf eden Hirsch, üniversitelerin özerk kurumlar olmasına yönelik çalışmalar da yapmıştır. Nitekim daha önce sözü geçen 1946 tarihli “Üniversiteler Kanunu” da bu yöndeki çalışmaların olumlu bir sonucudur. Türkiye’de bulunduğu 20 yıl içerisinde Türk hukuk hayatımıza damga vuran pek çok önemli çalışmanın ve eserin altına imza atmış olan Hirsch, çok yönlü kişiliği, fedakar ve kibirsiz hayat anlayışı ile yalnızca yetenekli bir akademisyen değil aynı zamanda örnek bir “insan” profili çizmeyi de başarmıştır. Hukuk ve iktisat alanlarındaki derin ve geniş bilgisini, felsefe, edebiyat, sosyoloji ve müzik gibi pek çok farklı ve renkli alanla pekiştirmiş, öğrenmeyi ve öğretmeyi hayatının sonuna kadar en temel ilkeler olarak benimsemiştir. Türkiye’ye olan ilgisini Almanya’ya döndükten sonra da devam ettiren Hirsch, ülkemize hukuk alanında yaptığı katkılarla yetinmemiş, Almanya’daki Türkçe bilmeyen akademik camiaya Türk hukukuna ilişkin yaptığı çalışmaları anlatmıştır. İlhan Arsel’in söylediği şu sözler ise, Ernst Hirsch’in Türk hukukundaki yerini ve önemini anlamlı bir şekilde özetleyecek mahiyettedir: “Şayet Üniversitelerimizde Hirsch gibi bir düzine hocamız olsaydı, Türkiye, yepyeni bir zihniyet taşıyan ve yepyeni tutumlara sahip bir profesörler kadrosu yetiştirmekte sıkıntı çekmezdi.” |
Son güncelleme : 27.03.2024 18:43:17